21 Mayıs 2016 Cumartesi

OD





Açıkçası kitabı okumadan önce bir ön yargı içerisinde bulundum. Genellikle polisiye ve fantastik (bilim kurgu) okuduğum için Od bende daha değişik bir yer edindi. Türk kitaplarını çok okuduğum söylenemez. Ama yavaş yavaş arttırmaya başlıyorum. Ablamın da tavsiyesi üzerine kütüphaneme Aşk-Elif Şafak, Osmancık- Tarık Buğra, Kuyucaklı Yusuf- Sabahattin Ali vb. ekledim. Açıkçası bu yazı kitap okuyarak geçirmeyi planlıyorum.

 Yunus Emre diye internette araştırdığımızda, ilahileri, edebi kişiliği  ve dervişliği ile ilgili çoğu şeyi her sayfada bulabiliyoruz. Peki ya öncesi? Dergahta olmasından önce neler olmuştu? İşte Od da bunu buluyorsunuz. Kitap bir düzen içerisinde. Yunus Emre'nin hayatından baştan sona bahsedip daha önce duymadığımız kişileri bizlere anlatmıştır.  Mesela  eşi Sitare (Asıl adı Elif) , Temür Alp, Satı Nine, oğulları İbrahim ve İsmail'in yaşayıp yaşayamadıkları... (İbrahim köylerine yapılan bir baskında vefat ediyor. Köyde kurtulmayı başaranlar göç ediyorlar.)


Bu kitap bana Yunus hakkında öğrettiği şeyler dışında bir derste vermiş oldu. Türk kitap ve yazarlarına daha sıcak yaklaşmaya başladım. Ve bundan gayet memnunum. Açıkçası B12 eksiliğim olduğundan dolayı her şeyi çok kolay unutuyorum. Buna kitaplarda dahil.  Bu kitap unutmadıklarımdan olacak. Okurken gerek aldığım notlar gerekse düşündüklerim bu kitabı unutmamamı sağlayacak ayrıca bir kitap bir kere mi okunur? Tabiki hayır. Hatta her yaşta kitaba kattığın yorum değişir ve tabi kitabın sana kattıkları da. İşte bu nedenle Od tekrar okuyacağım kitaplar listemde.

Lise öğrencilerine tavsiye ederim. Bence severek okuyabilirler.

 

Yunus Emre (OD)

YUNUS EMRE

 
 
 
Yaşamı ve kişiliği üzerine pek az şey bilinen Yunus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılmaya ve Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde büyük-küçük Türk Beylikleri'nin kurulmaya başlandığı 13. yüzyıl ortalarından  Osmanlı Beyliği'nin kurulmaya başlandığı 14. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Orta Anadolu havzasında doğup yaşamış bir şair ve erendir. Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhında bulunduysa da onu "Bizim Yunus" yapan manevi yükselişini Hacı Bektaş Veli′nin kendisini yolladığı Taptuk Emre Dergâhı'nda yaşamıştır ve dergâha çok hizmetler etmiştir
 
 
 
 
Yunus'un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğü'nün Moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasî otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla perişan olduğu yıllardır. 13. Yüzyıl'ın  ikinci yarısı, sadece siyasi çekişmelerin değil, çeşitli mezhep ve inançların, batınî ve mutezilî görüşlerin de yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır. Böyle bir ortamda, Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, Hacı Bektaş-ı Velî, Ahî  Evrân-ı Velî gibi ilim ve irfan önderleriyle birlikte Yûnus Emre, Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlâkla ilgili düşüncelerini, İslam tasavvufunu işleyerek yüceltmiştir. Yûnus Emre, "Risalet-ün Nushiyye" adlı mesnevîsinin sonunda verdiği;
"Söze târîh yedi yüz yediydi, Yûnus cânı bu yolda fidîyidi."
Beytinden anlaşıldığı kadarıyla H. 707 (M. 1307-8) tarihlerinde hayattadır. Yine, Adnan Erzi tarafından Beyazıt Devlet Kütüphanesi′nde bulunan 7912 numaralı yazmada şu ifadelere rastlanmaktadır:
"Vefât-ı Yûnus Emre

Müddet-i 'Ömr 82
Sene 720"
 
 
 
Doğduğu yer konusundaki tartışmalar Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy ile Karaman üzerinde yoğunlaşmaktadır.Karaman'da Yunus Emre Camii'nde ziyarete açıktır. Menakıpnâmelerle şiirlerinden çıkarılan bilgilere göre Babalılardan Taptuk Emre'nin dervişidir. Hacı Bektaş ile ilgisi 'Vilayetname''den kaynaklanmaktadır. Yine şiirlerinden tasavvuf yolunu seçtiği, iyi bir öğrenim gördüğü anlaşılmaktadır. Anadolu kentlerini dolaştığı, Azerbaycan ve Şam'a gittiği, Mevlana'yla görüştüğü de bu bilgiler arasındadır.
İşlediği konularla Anadolu'da gelişen Türk edebiyatının en büyük adlarından sayılan Yûnus Emre, yalnız halk ve tekke şiirini değil, divan şiirini de etkiledi. Hece ve aruzla vezinleriyle yazdığı şiirlerinde sevgiyi temel aldı. Tasavvufla, İslam düşüncesiyle beslenen dizelerinde insanın kendisiyle, nesnelerle, Allah'la olan ilişkilerini işledi, ölüm, doğum, yaşama bağlılık, İlahi adalet, insan sevgisi gibi konuları ele aldı. Çağının düşünüş biçimini ve kültürünü konuşulan dille, yalın, akıcı bir söyleyişle dile getirdi; kendinden önce yetişmiş İran şairlerinin, çağdaşlarının yapıtlarında geçen kavramlara yeni bir öz, yeni bir deyiş kattı. Bu yanıyla tasavvuf düşüncesini, Alevi-Bektaşi inançlarını zenginleştirdi. O irşadı en has yol ile, şiir ile gerçekleştiren bir Hak dostu idi.
 
 

"Emre" sözcüğünün anlamı

 
Anadolu’da farklı halk ozanlarının, aşığın ve dervişin isminde yer alan Emre sözcüğünün (örneğin, Yunus Emre, Taptuk Emre) Türkçede "Âşık" anlamına geldiği dilbilim açısından kesinleşmiş durumdadır. Bu kelimenin İmre kavramı ile bağlantılı olduğu kabul edilmektedir. Türk-Moğol dil bütününde ilaç, ağız, dişilik, işaret bildiren (am/em/im) kökünden türeyen Amramak/Emremek/İmremek fiili âşık olmak demektir ve Emre kelimesi de âşık manası  taşır. Amrağ/Amra/Emre dönüşümüne uğramıştır. Anadolu da "imremek" ve "imrenmek" fiilleri bir şeyi çok sevmek, gıpta etmek, aşırı istek duymak  manaları taşır.
 
 

Fikrî ve edebî kişiliği

 
Yunus bu duygu ve bilgiyle olgunlaşıp derinleşen, bazen coşkun bazense rind ve her haliyle cana yakın görünümde bir derviştir. Yunus Emre'nin şiirlerinden ve menkıbelerinden insan hayalinde canlanan simasının belli başlı çizgileri bunlardır. Yunus; duymuş, düşünmüş, inanmış ve bütün bu duyuş, düşünüş ve inanışlarını büyük bir sadelik ve kolaylıkla şiirleştirmeye muvaffak olmuştur. İslami taassubun, üzerinde durmaktan çekindiği birçok iman meseleleri ile "cennet, cehennem, sırat" ve benzeri gibi kavramlar, onun en zeki ve en hür düşüncelerine mevzu olmuştur. Şiirlerini, önceleri sehl-i mümteni denilen her dilin söyleyemeyeceği bir açıklık ve kolaylıkla terennüm edilmiştir.
 
 
«Eğer bir müminin kalbini kırarsan Hakk'a eylediğin secde değildir.»
- Yunus Emre

 

 

 
 

 
 

Tasavvuf Nedir? (OD)


Bu kitabı okuyan herkes  kendinizi derin bir tasavvuf iliminin içinde bulacağınızı söyler. Bu kitabı okumdan önce internette yorumlara baktığımda bunu fark ettim zaten .( İnternette yorumlara bakma sebebim ise OD adını duyunca kafamda hiç bir anlam ifade etmemişti.) Peki bu hep bahsedilen tasavvuf nedir? Bu kitabı daha önceden okumaya başlasa idim mesela 8'de kitabı elimden bırakırdım. Fakat 10. sınıf edebiyat konularında da biraz bilgi sahibi olduğum için sonradan anlamakta çok zorlanmadım. Basit görünen ama derin anlamlı cümleler sizi ayrıca düşünmeye ve bu konu hakkında kafa yormaya itiyor. Bu bir kitapta olması gereken önemli artılardan bir tanesidir.

TASAVVUF

 
 
Tasavvuf, Tanrı, evren ve insan ilişkisini bir bütünlük içinde açıklamaya çalışan, insanın tanrısal erdemlere benzemesini amaçlayan dinsel ve felsefi düşüncedir.

Başlangıçta günah işlemekten sakınmak, dünyasal işleri küçümsemek ve bunlardan uzak durmak, yalnızlığı seçerek sürekli Tanrı'yı anmak, kalbin ancak bu yolla temiz tutulacağına inanmak gibi düşünceler ve uygulamalarla ortaya çıkan tasavvuf 12.yüzyıldan sonra tarikatlar biçiminde örgütlenerek güçlü bir hareket durumuna gelmiştir.

Tasavvufun temeli evrende tek varlığın bulunduğu, o tek varlığın dışındaki diğer varlıkların ise onun yansıması olduğu görüşüne dayanır. O tek varlık Allah'tır. Öteki varlıklar yani görünen her şey Allah'ın türlü görüntüleridir.Buna "vahdet-i vücud" denir.

İnsan için varlık kazanmanın amacı "insan-ı kâmil" olmaktır. Tasavvufi anlamda" insan-ı kâmil" olmak "bekabillah" a yani sürekli olarak Allah'ın varlığında bulunma mertebesine ulaşmak olur."Bekabillah"Fenafillâh" yani insan varlığının Allah varlığında yok olduğu makam izler.

 
 
 
 
 
 
 
 
 
Tasavvufun en önemli özelliklerinden biri ilahi gerçeğe ulaşmanın temelinde aşkın bulunduğudur. Allah'a yasaklarla ya da korkularla değil sadece aşkla ulaşılabileceği inancını ön plana geçirmiştir. Tasavvufun kuşkusuz en önemli isimlerinden biri olan Mevlana'nın eserlerinde bu inancın etkileri fazlasıyla görülmektedir. Mevlana'ya göre insan hangi din ve mezhepten olursa olsun her yerde eşittir. Dinin yalnızca kişinin kendisini ilgilendirdiğine, kişinin inanç ve davranışlarına karışmanın doğru olmayacağına inanırdı. Mevlana, bu hoşgörüsünden dolayı yalnız İslam dünyasının değil tüm Batı'nın da dikkatini çekmiştir.

Tasavvuf, İslami Türk Edebiyatındaki etkisini, aynı yoğunlukta olmamakla birlikte 11.yüzyıldan başlayarak, yüzyıllar boyu sürdürmüştür. Tekke edebiyatının yanı sıra Divan Edebiyatının oluşumunda da büyük rol oynamıştır.

Belli başlı tasavvufi terimler şunlardır:

Aşk: İlahi aşk, kulun Allah'a olan sevgisi
 
Aşık: Allah'a erişmek isteyen kişi
 
Maşuk: Sevgili, Allah
 
Masiva: Allah dışındaki diğer varlıklar
 
Saki: İlahi aşk şarabını sunan kişi, doğru yolu gösteren şeyh
 
Şarap: İlahi aşk
 
Kâbe: Vuslat makamı
 
Şem (mum): İlahi nur
 
Çile: Nefsi köreltmek için yapılan terbiye, çekilen çile
 
Tekke: Tasavvufun öğretildiği yer, meyhane
 
Mürid: Tarikat şeyhine bağlanarak ondan tasavvufun yollarını öğrenen, onun doğrultusunda ilerleyen kimse
 
Mürşid: Doğru yolu gösteren, ilahi aşkı anlatan
 
 
Kitabı okumadan önce belirli bir bilgi edinirseniz daha rahat ve kolay okuyabileceğinizi düşünüyorum.

Görünmeyen Ama Varolan Bahçıvan (OD)



Kitapta bahçıvan örneği ile Allah'ı anlatması hoşuma gitti. Bu biraz; başın ağrır, bunu bilirsin, hissedersin fakat göremezsin...  örneğine benzemektedir. Oğlu  henüz kendisine baba bile diyemezken oğlunun imanını güçlendirerek ona yaklaşmaya çalışması çok güzel anlatılmış.

Ne Güzel Söylemiş Yunus Emre:

"Şimdi oğullarım; siz bu bahçıvanı maddi ölçülerle tanımak istiyorsanız; yanılgıya düşersiniz. Oysa Allah tek, eşsiz ve maddi olmayan bir varlıktır. Maddi sınırlar içinde düşünülemez, anlaşılamaz, biçimlendirilemez. Ona inanır güvenirsiniz. Bu bir iman meselesidir."

"O senin gördüğün her yerde vardır; bir yaratıcı olarak, bir düzenleyici ve hayat verici olarak. Çünkü o öncesiz ve sonrasızdır; değişmez ve dönüşmezdir; her şeye gücü yeten her şeyi bilendir."

Burada bu satırlara neden öncelik verdiğimi bilmiyorum ama ilk sayfalarda en çok hoşuma giden konuşmalar olmuşlardı. (İlk başlarda kitabı okurken sıkılıyordum)  Bu yüzden burada yazma gereği duydum.

19 Mayıs 2016 Perşembe

Kitaptan Sevdiğim Bazı Yerler - OD

Kitaptan  Alıntılar

 
 

– Asalet; duruluk ve doğruluktur.(s.61)

– Adem alem içinde, alem adem içinde… İlla onu görmeye nur, gözden değil gönülden gelir. (s.78)



 
 
Ben ağlarım yane yane
–Aşk boyadı beni kane
–Ne akilem ne divane
–Gel gör beni aşk neyledi (s.56)
 

– Murada ermek sabır iledir. (s.79)







 -Zalimim karnından aşı eksilmeye görsün mazlumun kanına ekmek doğrar da yer. Ama umutsuz olmamak lazımdır. Ayak kırıldı mı Allah kanat ihsan eder. (s.42)

 
Dudak, kalpte olandan gayrıyı söylemez. (s.16)

– Uyuyan kişinin gördüğü de, yaptığı da işe yaramaz. (s.79)

– Dost dosta yar olmalı. (s. 87)

– Sevgilinin gözünden  akan bir damla, bir erkek için ya hazinedir, ya da hazineyle tartılır. Çaresizlik yollarınızı bağladıysa o damlayı görseniz de iç acıdır, görmezden gelseniz de. (s. 51)


 
 

 İnsanoğlu için en kutsal ibadet çalışmak, doğruluk ve insan sevgisidir.(s.61)


– Yanlış olan, zor olan, hüsrana götüren kulun hata yapması değil, hatada ısrar etmesidir. (s.133)

– Bütün evreni kendini bilme yolunda bir kitap sayacağım. (s.146)
 
Sevgimi güneş yaparak onun buza çalmış kinini eritebilirdim ( s.12)

 
 
İnsanoğlu için en kutsal ibadet çalışmak, doğruluk ve insan sevgisidir. (s.61)


– Bilgiden sıyrılmak, yetişkin iken çocuk safiyetine dönmek gibi. (s.189)

– Kendi hakikatimi bilmeden hiçbir hakikati bilmeyeceğim.(s.122)

– Bilgi irfan ile beslenirse kişi uyanık kalır.(s.251)
 

– İnsanın omzundaki en ağır yük cahilliktir. (s.310)





 

OD- sözlük

OD - SÖZLÜK ÇALIŞMASI

 
 
Od adlı kitabı okurken anlamını bilmediğiniz kelimelerle karşılaşabilirsiniz. Ben şahsen karşılaştım ve bu yaptığım çalışmayı buraya yazma gereği duydum. Kelimeleri ve onların geçtiği cümleleri sizlerle paylaşacağım.
 
-----A----
 
ABA
 
 1.isim Yünün dövülmesiyle yapılan kalın ve kaba kumaş
2. Bu kumaştan yapılmış yakasız ve uzun üstlük
 
Abayı üzerine örterken çevreme baktım.   (Sayfa 24)
 
 
Atalet
 
1.İşsizlik, işsiz kalma
 
Atalet ve durağanlık hiç de benim ruhuma uygun değildi.  (Sayfa 52)
 
 
Avani
 
1. Kapkacak, yemek takımları. 
 
2. "Beni koru, hıfzeyle" meâlinde dua
 
Bahar yaklaşınca ellerinde birkaç mintan veya avani, birde akçe kesesiyle dönerlerdi.
 
 ----C----
 
Cevr ü cefa
 
1.Haksızlık
 
2. ezâ zulüm
 
Dünyanın işi gücü cevr ü cefa idi ve elimden bir tutanım yoktu.
 
 
----D----
 
Destar
 
1. isim Sarık
2. Örtü

Şimdi gözümün önüne getiriyorum da, destarından karayağız cephesinde sarkıttığı uzun saçları, hafif burnunu gölgeleyen gür kaşları, beyaz sakallı ve daima gülümseyen nurani yüzü nasıl da herkesi kendine meftun etmeye yeterdi.

----E----

Emare

1.  isim Belirti, iz, ipucu

Ama yine de içinde hala yeşeren otlar veya ağaçlarda hayat emareleri de eksik değil?


Erkete

1.isim Gözetleme
Yollara gözcüler ve erketeler koymam gerektiğini düşündüm.


-----F----

Fakr

1.isim Yoksulluk

2. fukaralık

O vadileri de sırasıyla aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret, fakr ve fena olarak tespit ettim.

----G----

Gâh

zarf Bazen, kimi vakit, bazı bazı, kâh

Gâh eserim yeller gibi
Gâh tozarım yollar gibi
Gâh akarım seller gibi
Gel gör beni aşk neyledi


Girift

1. sıfat Birbirinin içine girip karışmış, girişik, çapraşık

2. Güzel yazı sanatında boş yer bırakmayacak biçimde iç içe istif edilmiş (yazı)

3. isim, müzik Klasik Türk müziğinde kullanılmış, neye benzer bir çalgı

Çünkü dedem ve geçmişimle alakalı girift düşüncelerin, kalbimi daraltıp beni sıktığını hisseder oldum.     (Sayfa 295)


----H----

Haneberduş

Evi omuzunda, serse­ri, yersiz yurtsuz.

O sırada yol azdırdım, kötü arkadaşlar edindim, haneberduş ve serseri birkaç yıl dolandım durdum.      (Sayfa 37)


Hezeyan

1. isim Saçmalama

2. Sayıklama

 3. ruh bilimi Sabuklanma

İkincisi sûf'îlerin hezeyanlarına benziyordu.    (Sayfa 4)


Hilat

isim, tarih  Kaftan

Sultan Allaeddin, Ertuğrul Gazi'ye hilat verip Karacadağ'a yerleştirdiğinden birkaç yıl sonra olan oldu.      ( Sayfa 31)


Hissiyat

  isim Duygular, sezişler

"Üç senedir günü gününe hissiyatımı yazıyorum." - Ö. Seyfettin
Şiir, ırmak kıyısında geçecek esintili bir sonbahar gününün hissiyatına uygun düşerdi    (Sayfa 3)


----I----

Irlamak

Türkü, şarkı söylemek, yırlamak

"Bu çocuk kafilesi 'Allah Deyü Deyü' ilahisini cumhurca ırlayarak yola düzüldüler." - Y. K. Beyatlı

İsmail'e sımsıkı sarılmış, iki yana ırlanarak okuyordu.


----İ----

İşret

isim İçki içme

Dimağımda bir saz ile işret meclisinin lezzeti var idi.


----K----
 
Kerhen

1. zarf Tiksinerek, iğrenerek
2. İstemeyerek, istemeye istemeye, gönülsüz olarak

Teklifime kerhen razı oldu.   (Sayfa 10)


Kirman

1. hisar, kale.

2. iran'da bir eyalet ve bu eyaletin bugünkü merkezi.                                      

3.Bir çeşit İran halısı.

O sırada eşim, yatağın içinde tostoparlak olmuş, kirman gibi dönüyor, çırpınıyordu.    (Sayfa 24)


Künk

isim Pişmiş toprak veya betondan yapılmış kalın su borusu, büz

"Bir gün bu künklerin bir tanesinin, bir yerinden delinmiş olduğu görülür." - S. F. Abasıyanık

Baca için künk temin etmek lazımdı.   ( Sayfa 49)


----M----

Malik

isim Sahip, iye

"Yersiz yurtsuz bir aile görünce sekiz kat apartmanlara malik iratçıyı hatırlayınız." - H. R. Gürpınar

Ben Sarıcaköy için buradaydım ve artık kendime malik değildim.      (Sayfa 78)


Mamafih
zarf (ma:ma:fih) Arapça maʿamāfīh
zarf Bununla birlikte

"Mamafih arada bir ufak tefek işleri de kendi hesabıma alabiliyorum." - N. Hikmet

Mamafih, duyduklarımın bazı bazı ruhumda fırtınalar koparıp beni hayretlere sürükledikleri de oluyor.     ( Sayfa 71)


Masiva

Sözlükte "başka, gayr" anlamına gelen masiva, tasavvufta, Allah'ın dışındaki her şey demektir. İnsanı Allah'tan uzaklaştıran her şey masivadır. Masivadan ilgiyi kesmek, dünya ve dünya nimetlerine değer vermemek, toplumdan uzaklaşmak demek değildir. Tam aksine toplum içinde yaşayarak dünya nimetlerinden faydalanmak, ancak, dünyaya ve içindekilere kalben bağlanmamaktır.

"ben" demeyi çoktan unutmuş olması - o buna masiva diyor- fazla önemsemeyişi, işimi bir hayli zorlaştırdı.     (Sayfa 9)


Mertek

  isim Yapıda kullanılan dört köşe veya yuvarlak, kalınca ağaç

"Küçük oğul koltuğundaki bir tutam merteği bir kenara attıktan sonra, dut dalı bunlar, dedi." - O. Kemal
Evimizin damını yuvmuş, tavan merteklerini elden geçirmiş, kurumlanan bacanın iç duvarını çamurla sıvamıştım.            (Sayfa 40)


Merkep

isim, hayvan bilimi Eşek
   
Köyde başıboş dolaşan birkaç merkep buldum.   (Sayfa 34)



Mihman

1. isim Konuk

"Dilde gam var şimdilik lütfeyle gelme ey sürur / Olamaz bir hanede mihman mihman üstüne" - Rasih
2. sıfat Kalıcı

"Tren en aşağı yarın sabaha kadar burada mihmandır." - R. N. Güntekin


"Haydi gel kardeş; yolcusun anlaşılan, bizde mihman ol!"     (Sayfa 121)


Misk

1. isim Asya'nın yüksek dağlarında yaşayan bir tür erkek ceylanın karın derisi altındaki bir bezden çıkarılan güzel kokulu madde
2. Mis

O vakit Sevgili ' nin kokusuyla kokulandık diye miskten de olsa, amberden de, artık başka kokuyu bilmeyiz .    (Sayfa 76)


----N----

Nadanlık

1. isim Nadan olma durumu
2. Nadanca davranış


 Nadan:
1. sıfat Bilgisiz, cahil
2. Nobran, kaba, kötü
"Heyhat ki iyiler gider, nadanlar kalır." - A. İlhan

Şimdi benim nadanlığımı görüp benimle alay mı edecekler ...  (Sayfa 214)

 
----P----

Pare

1. isim Parça, kısım
2. Tane, adet

"Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi / Yeni doğmuş ayı gördükleri yerden geliyor" - Y. K. Beyatlı

Şu heybesine de hediyelerden birkaç pare eşya koysun   (Sayfa 79)


 Pelit

1. isim, bitki bilimi Meşe ağacı
2. Bu ağacın meyvesi, palamut

Dağda alıçlar, çalılarda pelitler de bitti neredeyse.  (Sayfa 50)


Pıtırak

1. Dikenli tohumu insanların giysilerine, hayvanların tüylerine yapışan bir ot.

2. Ağaç dallarında kuruyup diken-leşen küçük budaklar : Bu zerdali ağacında çok pıtırak var.

O yıllarda Anadolu'nun her yanında pıtırak gibi bitiveren tarikatlar, oldum olası asabımı bozardı. (Sayfa 2)



----R----

Rençberlik

Çiftçilik, Tarımla Uğraşma Sanatı, Tarım Mesleği.
Not : Bu kelime Hukuk Terimidir

Zaten şimdi herkes hayvancılığı bırakıp reçberliğe başlıyor.        (Sayfa 40)


Ribat

İslam devletlerinin kara ve deniz sınırlarındaki, önemli noktalarda bulunan sınır karakolu niteliğinde müstahkem yapılar. Arapça olan ribat; "bağlamak, sağlamlaştırmak, sağlam yürekli olmak, sabretmek, işe azimle devam etmek, kuvvet vermek" manalarına gelir. Ribatlar, daha doğuşta Müslümanlıktaki cihad, yani İslamiyeti yayma, Müslümanları düşman şerrinden himaye müessesesi oldu. Mevkilerinin ehemmiyetine göre çeşitli büyüklükte yapıldılar. Ribatlar, bir müdafaa duvarı ile çevrilmiş, odalar, ambarlar, ahırlar, gözetleme ve işaret kuleleri, mescit, hamam ve diğer lüzumlu teşkilatlardan meydana gelen müstahkem binalardı.

Mazlumların her sebeple müracaat ettikleri velilere ait ribat ve tekkelerdir ki, son dilimini komşusuyla paylaşan insanın kurtuluşudur.   (Sayfa 43)


Ruhaniyet


1. isim Ruhtan ibaret olma durumu
2. din b. (***) Ölmüş kutsal bir kimsenin, bir inanışa göre sürüp gitmekte bulunan manevi gücü
"Evliyaların ruhaniyetine sığınmak."

Mekanın ruhaniyeti var gibi geldi bana.   (Sayfa 3 )


Ruhbanlık

1. isim Ruhban olma durumu, ruhbaniyet
2. Ruhban sınıfı

Dünya nimetlerinden uzak yaşamak bir nevi ruhbanlık ve miskinlik gibi geliyordu. (Sayfa 53)


----S----


Sebil

1.Yol, cadde. Ebnây-i sebil = Yolcular. Fi sebîl-Ullah = Hak yolunda, sevap için, hayrat olarak.

2.Allah rızası için her zaman parasız su dağıtılan hususî yapı: Lâleli Camii’nin sebili.

3.Hayır maksadıyla sokakta parasız dağıtılan su. Sebil etmek = mec. Parasız olarak dağıtmak.

Onlar sebil sebil saçtılar bu cevherlerini.       (Sayfa 39)


Sencileyin

Senin gibi, sana benzer.

"Sencileyin, şüphe etmeyenin mağlubiyeti bilmesi imkansızdır."   (Sayfa 15)


Serpuş
isim (serpu:şu) eskimiş Farsça serpūş
isim Başlık

Sonra bir başkası, siyah serpuşlu al sancaklı bir sultan,...   (Sayfa 260)


Sini

isim Üzerinde yemek de yenilebilen, yuvarlak, bakır veya pirinçten büyük tepsi

"Sininin üstünde, çepeçevre tahta kaşıklar ve yerde sini etrafında birer küçük minder dizilmişti." - A. Haşim
Çoluk çocuk sini başında günde bir kez toplanır olmuştu.    (Sayfa 47)


Sof


1. isim Bir çeşit sertçe, ince yünlü kumaş
2. Ham ipekten yapılmış astarlık kumaş
"Ankara sofu."

Sof hırkasının içinde ince fidanlar gibi başını eğmiş duran bir gönül sultanı,...    (Sayfa 7)


Sufi

isim, din b. (***) Mutasavvıf

Gerçi sufiler asıl yapılan mücadelenin bedenle yapılan olmadığını,... (Sayfa 53)


----Ş----


Şaman

  1. Şamanlıkta, gelecekten haber verme, büyü yapma vb. görevleri olan, ruhlarla ilişki kurarak hastalıkları iyileştirdiğine inanılan din adamı, kam.
     2. Bu dine mensup olan kimse.

Ancak o her vakit, bir şaman olmadığını itiraf eder ve hiçbir kimseden asla menfaat temin etmezdi      (Sayfa 36) 






 
   Şol

Şu demektir.

Şol Dülgerler Beni Yondu! Her Azam Yerine Kondu-Yunus

Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gele
Şol göz yumup açmış gibi






 ----T----
 
 
Tashih
 
isim Düzeltme, düzelti

"Ancak bir ehemmiyetsiz noktayı tashihe lüzum görüyoruz." - R. N. Güntekin

  
 Böylece onunla daha uzun konuşabilir, ezberimdeki bütün şiirlerini mukabele edip tashihten geçirebilir, belki ırmağa ve ateşe attığım şiirlerini yeniden söyletip beyaza çekebilirdim.    (Sayfa 7)



 
 


17 Mayıs 2016 Salı

İskender Pala (OD)

 

İSKENDER PALA




Profesör ve divan edebiyatı araştırmacısıdır. “Divan Şiirini Sevdiren Adam” olarak da tanındı.
İskender Pala, 8 Haziran 1958 tarihinde Uşak'ta Kayaağılı köyünde doğmuştur. Uşak Cum . Kütahya Lisesi’nden mezun oldu. 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Lisans tez çalışması Câmiu'n-Nezâir’dir. Yine İstanbul Üniversitesi’nde "Aşkî, Hayatı, Edebî Şahsiyeti ve Divânı" konusunda Doktora çalışması yaptı. 1983 yılında Doktorasını tamamladı.

 

1983 yılında Divan edebiyatı dalında doktor, 1993 yılında İstanbul Üniversitesi’nde doçent ve 1998 yılında Kültür Üniversitesi’nde profesör oldu. Ortaokul ve liseler için Türkçe ve Edebiyat ders kitapları yazdı. Denemeler, hikayeler, fıkralar ve edebiyat araştırmacısı olarak çeşitli ansiklopedi ve dergilerde bilimsel ve edebi makaleler yayımladı. Düzenlediği Divan Edebiyatı seminerleri ve konferansları geniş kitleler tarafından takip edildi.


1979-1982 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji seminer kütüphane memurluğu yaptı. Hayatının ilerleyen dönemlerinde çeşitli sebeplerden dolayı askerlik mesleğini tercih eden İskender Pala, öğretmen subay olarak 1982 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığına girdi. 14 yıl 7 ay görev yaptıktan sonra 1996 yılında TSK’dan ihraç edildi.  1982-1984 yılları arasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Deniz Lisesi Komutanlığı'nda teğmen, 1984-1986 yılları arasında Üsteğmen olarak görev yaptı. 1986-1987 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi'nde part-time Türk Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi olarak çalıştı. 1987-1994 yılları arasında Yüzbaşı olarak, Dz.K.K.lığı Tarihi Deniz Arşivi kuruluş ve faaliyetleri görevinde çalıştı. 1994-1996 yılları arasında Tarihi Deniz Arşiv Araştırmaları ve Dz.K.K.lığı yayın faaliyetlerinin yürütülmesi görevinde çalıştı. 1996-1997 yılları arasında Öğretim yılı, MSÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Eski Türk Edebiyatı öğretim üyesi ve İSAM redakte kurulu üyeliği yaptı. 1997 yılında Öğretim yılında İstanbul Kültür Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. Aynı zamanda Uşak Üniversitesi öğretim üyesidir. İskender Pala, 1980 yılında F. Hülya Avcı ile evlendi. Hilye Banu, Elif Dilasa adında iki kızı, Alperen Ahmet adında bir oğlu vardır.

Kitapları :
- Ansiklopedik Divan şiirleri
- Kronolojik Divan Şiiri Antolojisi
- Akademik Divan Şiiri Araştırmaları
- Divan Edebiyatı
- Atasözleri Sözlüğü
- Müstesna Güzeller
- Şairlerin Dilinden
- Aşina Güzeller
- Ah Mine’l-Aşk
- Efsane Güzeller
- Kudemanın Kırk Atlısı
- Kırklar Meclisi
- Şiirler Şairler Meclisler
- Şi’r-i Kadim
- …Ve Gazel Yeniden
- Perişan Gazeller
- Peri-şan Güzeller
- İki Dirhem Bir Çekirdek
- İki Darbe Arasında
- Ayine
- Türk Düğmeciliği ve Bahriye Düğmeleri, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Kültür Yayınları, İstanbul, 1995.
- Gözgü
- Tavan Arası
- Kahve Molası
- Güldeste
- Gül Şiirleri
- Hayriyye
- Hilye-i Saadet
- Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk (2004)
- Kadılar Kitabı
- Kırk Güzeller Çeşmesi
- Kitab-ı Aşk (2005)
- Kırk Ambar
- Mir'at
- Leyla ile Mecnun
- Dört Güzeller
- Katre-i Matem
- Mevlid
- Şah ve Sultan (2010)
- Kurtların Efendisi
- Od (Bir yunus romanı) (2011)
- Efsane Bir Barbaros Romanı (2013)
- Mihmandar (Bir Eyüp Sultan Romanı)
- Aşka Dair(2012)  





      

Ödülleri :
1989 - Türkiye Yazarlar Birliği dil ödülü, (Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü)
1990 - AKDTYK Türk Dil Kurumu ödülü, (Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü)
1996 - Türkiye Yazarlar Birliği inceleme ödülü, (Şairlerin Dilinden)
2001 - Aydınlar Ocağı Kayseri Şb. Yılın Edebiyat Adamı ödülü,
2001 - YTB Uşak Halk Kahramanı ödülü,
2003 - "Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk" Yılın Romanı Ödülü
2013 - Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü,
Türk Patent Enstitüsü Marka Ödülü





9 Ocak 2016 Cumartesi

Selamsız

SELAMSIZ

 
Bu efsane de okuduğum güzel efsanelerden biri idi. Bugünkü Üsküdar'da yaşayan bir şahıs bir sokaktan geçerken oradaki esnaflara hiç selam vermiyormuş. Bu yüzden ona 'selamsız' lakabını takmışlar. Daha sonrada bu kişiyi selam vermediğinden dolayı büyük bir zata şikayet etmişler. Bunun üzerine zat bir gün Selamsız'a konuyu açmış.
Selamsız da onu esnafın oraya götürüp sormuş 'bunlara selam verilir mi diye' .Zatta ona hak vermiş.
Ertesi gün zat esnafla konuşup asıl selamsız olanın onlar olduğunu söylemiş. Bu laflardan sonra esnaf kendine çeki düzen vermiş. Sonraki zamanlarda selamlaşmaya başlamışlar. Fakat Selamsız'a takılan bu lakap onun ismi haline geçmiş.
 
İnsanlar için suçu başkasında aramak çok kolaydır. Neden bir kerede acaba düşünmüyoruz 'neden bana selam vermiyor' diye. Sanırım bizler için en zor şey kendimizi eleştirmek.  

Kartalların Kurduğu Şehir

Kartalların Kurduğu Şehir

 


Karşı kıyılarda, o zamanlar Khalkedon (Kadıköy) diye bilinen yerde Büyük Konstantin  bir kent kurmak istemiş. Bunun içinde gerekli araç ve gereçleri hazırlatmış. Tam işe başlayacakları gün bir de bakmışlar ki araçlar sırra kadem basmış. Bu işin nasıl gerçekleştiğini kimse anlayamamış. İkinci gün gene aynı şey olmuş. Üçüncü gün imparator başka araç gereç bulup getittirmiş.   Gece olunca bir kartal ordusu gelip aletleri aldıkları gibi o dağlık, insansız yere götürmüşler.
imparator bunu görünce konstantiniyye'nin orada yükselmesi için buyruk vermiş. Ve bu kuşlar Bizans'ın simgesi olmuşlar 
 
Bizans İmparatorluğunu tarih dersinde de bir ara görmüştük fakat hiç bir zaman neden simgelerinin kartal olduğunu düşünmemiştim. Bu efsane ile bunu da öğrenmiş oldum.

Genel Olarak

 
 
 
 

GENEL OLARAK

 
 
 
 
İstanbul ile ilgili bir sürü efsane anlatılmış gerek semtleriyle, gerek fethiyle ,gerek kuruluşuyla ...
Fakat kitabı çok beğendiğim söylenemez. Hoşuma giden bir kitabı okurken sıkılmam fakat bu kitabı okurken sıkıldığım oldu. Bu kitaptan kazançlarım ise yaşadığım şehir ile ilgili daha çok bilgi öğrenmiş oldum. Yaşadığım yer ile ilgili efsaneler okumuş oldum. Bu kitabı da tarih ve efsane okurları için tavsiye edebilirim.     
 
 
10-B 313 Zeynep Sarıbekiroğlu

KAŞIKÇI ELMASI

KAŞIKÇI ELMASI

 
 
 
Bu efsanede Kaşıkçı Elması'na neden bu adın verildiğini öğrendim.
İstanbul'da Eğrikapı çöplüğünde  dolaşan bir adam yuvarlak bir taş bulmuş. Değersiz zannettiği bu taşı kaşıkçıya giderek üç tahta kaşıkla değiştirmiş. Bundan dolayı bu elmasa Kaşıkçı Elması denmiş.
 
(Değersiz gibi görünen şeylerin değerli olabileceği hiç akla gelmiyor. ) 
 

CİBALİ ve HOROZ BABA

 
 

HOROZ BABA

 
Horoz baba adlı efsane kitapta değişik (ilgi çekici) olan efsanelerden biridir.
Horoz Baba'nın her gün askerleri horoz gibi  öterek namaz için  uyandırması beni şaşırttı.
(Asıl beni şaşırtan cümlede horoz gibi ötmek tabirinin kullanılması olmuştu.)
 
 

CİBALİ

 
Cebe Ali, İstanbul'un fethinde bulunmak için Anadolu'ya gelmiş. At çulundan bir cebe giydiği için "Cebe Ali" diye anılmış. Tüm ordunun ekmek ihtiyacını karşılamış.
Yani yüz binlerce kişinin ekmeğini bir fırından hiç aksatmadan çıkarmış.

Yüz binlerce kişinin ekmeğini çıkarmak yüz binlerce ekmek çıkarmak demektir.
 Ve bir insanın, bir fırından bu kadar ekmek çıkarması ...
İlginç.

EĞRİ MİNARE

EĞRİ MİNARE

 
 
 
Efsanede bahsi geçen cami Süleymaniye cami' dir. Mimarı Mimar Sinandır.  Sinan çok yetenekli bir mimardır.
 
Efsanede onun aynı zamanda ne kadar akıllı bir insan olduğunu anladım. Aynı zamanda ileri görüşlü biri olduğunu anladım. Minare eğik olmadığı halde çocuğun ikna olması ve başka insanları minarenin eğik olduğuna inandırmaması için kalfalarla düzeltilirmiş gibi yapması çok zekice bir hareket idi.
 
 
 
 

Topkapı Sarayı'ndaki Kutsal Emanetler

 

Topkapı Sarayı'ndaki Kutsal Emanetler

 
 
 
Efsaneye göre Hz Ali'nin kılıcı esrarengiz bir şekilde kayboluyormuş. Kılıç tekrar geri döndüğünde üzerinde kan görülüyormuş.
Bu efsanede ilgimi çekti çünkü Topkapı Sarayı'nda duran bir kılıcın esrarengiz bir biçimde ortadan kaybolması imkansız bir şeydir. 
 

YEREBATAN SARNICI VE MEDUSA

 

YEREBATAN SARNICI VE MEDUSA

 
 
 
 
Bu efsaneyi kitapta heyecanla okudum. Ortaokuldan beri Yunan mitolojisine karşı duyduğum bir ilgi vardı. Medusa da Yunan mitolojisinde yer altı dünyasının dişi canavarı olan üç gorgonadan birisidir.
 
Athena, Medusayı cezalandırıp, onun bir canavara dönüşmesini sağlamış.
Ve efsanenin sonunda Medusa' nın  yere akan kanlarından zehirli yılanların oluşması daha çok dikkatimi çekti. Medusa hakkında daha önce de araştırmalar yapmıştım , fakat hiçbirinde bunu görmemiştim.  

LEANDRAS VE HERO'NUN AŞKI

LEANDRAS VE  HERO'NUN AŞKI

 
 
 
Kız Kulesi için bir sürü efsane anlatılır. Kitapta da Leandras ve Hero dan bahsedilmektedir. Bu efsane neden bilmiyorum ama kitaptaki hoşuma giden en güzel efsane idi. 
 
Bu efsane beni etkiledi. İki sevgilinin arasındaki aşk o kadar büyüktü ki aralarındaki İstanbul Boğazı'nın hiç bir önemi kalmamıştı.
 
 Leandras, sevgilisine ulaşabilmek, onu görebilmek için Hero'nun ışığını takip edip durgun sularda yüzdü. Efsanenin sonunda Leandras'ın ölmesine üzüldüm.       
 

ULUBATLI HASAN

 
 
 

ULUBATLI  HASAN

 
 
Ulubatlı hasan hakkında hepimiz bir şeyler duymuş ve öğrenmişizdir. İstanbul'un fethedilmesinde çok önemli bir yeri vardır. Fakat bundan daha çok dikkatimi çeken onun bayrağı dikebilmek adına gösterdiği gayret idi.
 
Ulubatlı Hasan ağır yaralar almış olmasına rağmen büyük bir azim ile bayrağı dikmiştir.
Çok büyük bir başarı hikayesidir. 
 
İnsan da istediği şey için ona ulaşma yolunda böyle azimli olmalıdır.
 
Çaba göstermeden hiçbir şey elde edemeyiz.
 
 

Çemberli Taşın Altında Gizlenen Kutsal Kadeh

Çemberli Taşın Altında Gizlenen Kutsal Kadeh

 
 
Bu efsaneye göre, Hz. İsa'nın ölmeden önce kullandığı kutsal kadeh bir havarisi tarafından bulunmuş  ve üçüncü Konstantinos adına dikilen sütünün altında bir oda yaptırılıp kadeh orada saklanmış. Kadehi oraya koymalarındaki amaç, şehri koruması içinmiş. Ve bu sütün Çemberli Taş imiş.
 
Bu efsaneden bahsediyorum çünkü Hz. İsa'nın kutsal kadehi ile ilgili birkaç şey duymuştum.  Ve internet üzerinde de bu konuyu araştırdığımda bir sürü rivayetler ile karşılaştım.
 
Bu kitapta geçen efsaneye göre Kutsal Kadeh' in, Çemberli Taş' ın altında yani İstanbul'da yer aldığı sonucunu çıkarabiliriz. 
 İstanbul'un, anlatılan efsanelerden farklı dinlerin ve farklı kültürlerin merkezi olduğunu görüyoruz. İstanbul bu açından da önemli bir konuma sahiptir. Bir çok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. 
 

Marmara Denizi'nin Oluşumu ve Ab-ı Hayat

Marmara Denizi'nin Oluşumu ve Ab-ı Hayat

 
 
 
İskender bir gün balık tutmak için dereye gitmiş. Dere, büyük bir dere değil imiş. Diz boyuna kadar anca geliyormuş. İskender o derede bugüne kadar görmediği balıkları görmüş ve bir an önce yakalayıp yemek istemiş. Fakat ne kadar uğraşsa da bir türlü balıkları yakalayamamış. Yaşlı, uzun sakallı bir adam İskender'in arkasından boşuna uğraşma İskender o balıkları yakalayamazsın . Balık tutmak ülkeleri fethetmeye benzemez demiş ve balıkları dereden yakalayıp İskender'e vermiş.
İskender balıkları alıp pişirmeye çalışmış. Fakat becerememiş. Daha çok odun almış ve ateşi yükseltmiş fakat balıklar yine de pişmemiş. İskender sinirlenip balıkları dereye atmış ve ihtiyarın onunla dalga geçtiğini düşünüp onu öldürmüş. Adamın kanları dereye akmış ve sular çoğalmaya başlamış. Geri giderek kendini bugünkü Yalova sınırlarında bulmuş. Ve bir bakmış arkasında kocaman bir deniz.
Ve bir ses duymuş, O balık tutmaya çalıştığın dereden Ab-ı hayat akardı. balıkları bu yüzden pişiremedin. Bunu anlayamadın ve ölümsüzlük suyunu kaçırdın.       
 
 
 
Bu okuduğum ilk efsaneydi. (kısaltılmış halini vermek istedim) 
İskender'in balıkları pişirememesi  Ab-ı hayata bağlanmıştır. Normalde balıkların ateşte pişmemesi imkansızdır.  
Diğer bir olağanüstülük ise İskender'in adamı öldürünce akan kanların dereye gelmesiyle, deniz oluşmasıdır.
 
Efsaneye göre bu deniz Marmara denizi ve Ab-ı hayat yani ölümsüzlük suyu Marmara sularına karışmıştır.  Bu efsane çok ilgimi çekmemişti fakat kitapta ilk okuduğum efsane olduğu için değinmek istedim.
 
Neye neden baktığımız çok önemlidir.
'Bakmak ve görmek' bu cümle bu efsane için tam uyuyor bence.
Bazen baktığımız şeyleri göremeyiz.
 
               

İstanbul'un 100 Efsanesi

 
 
 
Ben Zeynep. İstanbul'un 100 Efsanesi adlı kitabı okudum ve burada kitabı değerlendireceğim.
Öncelikle, kitabı ilk elime aldığımda bir şeyi fark ettim.  Ben efsanenin tanımını hakkıyla yapamıyordum.
Elbette aklıma bir şeyler geldi ama bunlar ne yazık ki iki elin  10 parmağından azdı. Gerçeklik, olağanüstülük, inandırıcılık, bir olay anlatımı vb. Peki bunların dışında neler vardı?  
Bu benim için üzücü bir şeydi. Sonuçta 10. sınıf öğrencisiyim. Fakat kitabın giriş bölümünde efsaneyle ilgili verilen bilgileri görünce bu konudaki eksikliğimi kapatıp, kitabı okumaya başladım.
Kitaptaki efsaneleri değerlendirmeden önce belki benim gibi efsane ne demek bilmeyen veyahut az bilen  kişiler için giriş bölümünden öğrendiğim bir kaç şeyi paylaşmak istiyorum.
 
 
Anonim halk edebiyatı anlatı türlerinden biri olan "efsane" terimi, dilimize Farsçadan gelmiştir.  Anadolu Türkleri arasında efsane ile birlikte bu anlatılar menkıbe, esatir ve mitoloji terimleriyle de adlandırılmıştır.
 
Efsaneler, yapı bakımından kısa, başlangıç formellerine sahip, mensur anlatılardır. İçerik bakımından geçmişe yada günümüze dair şahıs, yer ve olaylar hakkında anlatılır. Anlatıda gerçeklik, olağanüstülük, kutsallık ve inandırıcılık bir arada bulunabilir. Efsanelerin belli bir anlatıcısı, anlatım yeri ve zamanı yoktur. Anlatıcı ve dinleyici tarafından daha çok tarihi ya da dini gerçekler üzerine kurulduğuna inanılır.